NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
28 - (1087) حدثنا
يحيى بن يحيى
ويحيى بن أيوب
وقتيبة وابن
حجر (قال يحيى
بن يحيى:
أخبرنا وقال
الآخرون: حدثنا
اسماعيل وهو
ابن جعفر) عن
محمد (وهو ابن أبي
حرملة) عن
كريب ؛
أن أم الفضل
بنت الحارث
بعثته إلى
معاوية
بالشام. قال:
فقدمت الشام.
فقضيت حاجتها.
واستهل على
رمضان وأنا
بالشام. فرأيت
الهلال ليلة
الجمعة. ثم
قدمت المدينة
في آخر الشهر.
فسألني
عبدالله بن
عباس رضي الله
عنهما. ثم ذكر
الهلال فقال:
متى رأيتم
الهلال
فقلت: رأيناه ليلة
الجمعة. فقال:
أنت رأيته ؟
فقلت: نعم.
ورأه الناس.
وصاموا وصام
معاوية. فقال:
لكنا رأيناه
ليلة السبت. فلا
تزال نصوم حتى
نكمل ثلاثين.
أو نراه. فقلت: أو
لا تكتفي
برؤية معاوية
وصيامه ؟
فقال: لا. هكذا
أمرنا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
وشك يحيى بن
يحيى في:
نكتفي أو تكتفي.
[ش
(واستهل على
رمضان) أي ظهر
هلاله. وهو
على ما لم يسم
فاعله].
{28}
Bize Yahya b. Yahya ile Yahya
b. Eyyûb, Kuteybe ve İbnil hucr rivayet ettiler. Yahya b. Yahya (Anberanâ)
dedi; diğerleri (Haddesenâ) tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize İsmail
yâni İbni Ca'fer, Muhammed yâni İbni Ebî Harmele'den, o da Kureyb'deıı naklen
rivayet etti, ki
Ümmü'I-Fadl binti Haris
kendisini Muâviye nezdine Şam'a göndermiş. Kureyb şöyle demiş: Şam'a varıp
Ümnıü Fadl'ın hacetini gördüm. Ben, Şam'da iken Ramazan hilâli göründü. Hilâl'i
cuma gecesi gördüm. Sonra Medine'ye ayın nihâyetinde geldim. Abdullah İbni
Abbâs (Radiyallahu anhuma) bana bâzı şeyler sordu, sonra hilâl'den söz açarak:
— «Hilâli ne zaman gördünüz» dedi. Ben :
— «Biz, onu cuma gecesi gördük.» cevâbını
verdim;
— «Onu sen mi gördün?» diye sordu;
— «Evet. Halk da gördüler ve oruç tuttular.
Muâviye de oruç tuttu.» dedim. Bunun üzerine İbni Abbâs:
— «Ama biz onu cumartesi akşamı gördük. Onun
için de ya otuzu tamamlayıncaya yahut hilâli görünceye kadar oruca devam
ediyoruz.» dedi. Ben :
— «Muâviye'nin görmesi ve oruç tutmasıyla
iktifa etmiyor musun?» dedim; İbni Abbâs:
— «Hayır; bize Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) böyle emir buyurdu.» cevâbını verdi.
Râvî Yahya b. Yahya,
Kureyb'in «İktifa etmiyelim mi?» yoksa «İktifa etmiyor musun?» dediğinde
şekketmiştir.
İzah:
Bu hadîsi Ebû Dâvûd,
Nesâ! ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i şerif, hilâlin
bir yerde subût bulmasıyla hükmün oraya münasır kalacağına delâlet etmektedir.
Nevevi şöyle diyor:
«Ulemâmıza göre sahih olan kavil şudur ki: Hilâlin bir yerde görülmesi bütün
insanlara teşmil edilemez. Yalnız mesafe-i sefer olmıyan yakın yerlere mahsûs
kalır.
Bâzıları: Ayın aynı
zamanda doğduğu yerlere hüküm şâmildir, derler.
Bir takımları da: İklim
birse hüküm hepsine şâmil, değilse şâmil olamaz; demişlerdir. Ulemâmızdan
bâzıları: Ay'ın bir yerde görünmesi, yer yüzünde yaşıyan bütün müslumanlara âmm
ve şâmildir; diyorlar. Bu takdirde İbni Abbâs Hazretlerinin Kureyb (Radiyallahu
anh)'ın haberi ile amel etmemesi haber-i vahit olduğu içindir. Çünkü bu bir
şahadettir, bir kişinin haberiyle sabit olmaz. Lâkin zahire bakılırsa İbni
Abbâs, onu haber-i vâhid olduğu için değil; uzakta bulunanlar hakkında hüküm
isbât etmediği için reddetmiştir.»
Bu mes'ele Hanefiîye
imamları arasında da ihtilaflıdır. Zahiri mezhebe göre bir yerde hilâlin
görüldüğü sübût buldumu hüküm bütün insanlara şâmil olur. Binâenaleyh garp'da
yaşıyan müslümanların ay'ı görmesiyle, şarkda yaşıyanlara da Ramazan ve Bayram
sabit olur.
Bâzıları: «Bu mes'ele
ayın muhtelif zamanlarda doğmasına göre değişir. Çünkü hükme sebep aydır. Hilâl
görülmek suretiyle bir kavim hakkında sebebin mevcut ve münrakid olması
başkaları hakkında da mün'akid olmasını îcâb etmez. Zîrâ ihtilâf-ı matâli' yâni
ayın muhtelif zamanlarda doğması nazar-ı itibâra alınır. Nitekim bir kavmin
bulunduğu yerde güneş batsa, başkalarının yaşadığı yerde batmasa yalnız güneşin
battığı yerlerin halkına akşam namazı farz olur.» demişlerdir.
«Et-Tecrîd» sahibi ile diğer
bâzı ulemâ ihtilâf-ı matâli'i muteber tutmuşlardır. Kureyb hadîsinin zahiri de
onların kavlini te'yid etmektedir. Ancak bâzıları bu hadisde'ki işaretin İbni
Abbâs ile Hz. Kureyb arasında cereyan eden konuşmaya âit olduğunu söyliyenler
vardır. Bu takdirde hadîsde ihtilâf-ı metâli'in nazar-ı itibâra alınacağına
delil kalmaz.
Hanefiîler 'den
«Hidâye- şârihi Kemâl İbni Hümâm: «Zâhir-i rivayetle amel etmek ihtiyata daha
muvafıktır.» diyor.